Bazı taşlar vardır, gökyüzünden düşmez. Onlar, yerin en derin nefesiyle, depremlerin sarsıntılarıyla, zamanın en sert çarpışmalarıyla doğar. Elmas böyledir. Sadece sabırla, baskıyla, ateşle, yerin en alt katmanlarında bir sır gibi saklanarak oluşur. Sonra bir gün, yer sarsılır. Çatlaklardan ışık sızar. Ve elmas, göğe doğru fırlatılır.
Elmas, gücün ve hakikatin en sert yansımasıdır. Onu taşıyan, bilir. O taş, zamanın içinden süzülüp gelmiştir. Yerin altından gelen bir cevaptır. Bir çağrıdır. Ve o çağrı, kulaklarına takıldığında, kim olduğunu hatırlaman için titreşir.
Ve sonra zümrüt gelir. O, elmas gibi ateşle doğmaz. O, su ile büyür. Yerin damarlarındaki en eski nehirlerin içinde yıkanır, derin bir sabırla şekil alır. Yeşilin en kadim tonunu içinde saklar. Doğanın gözüdür, göğün yeryüzüne bıraktığı işarettir.
Bu küpe, toprakla göğün dansıdır. Elmas, ateşin ve yerin en dibinden gelen hakikati taşır. Zümrüt, suyun ve göğün en yüksek katmanlarından gelen bilgeliği fısıldar. Biri kırılmayan gerçeğin, diğeri akışın ve uyumun taşıyıcısıdır.
İşte bu yüzden, kulağına taktığında sadece bir takı takmış olmazsın.
Depremlerle doğmuş, sellerle beslenmiş, ateşle sertleşmiş ve zamana meydan okumuş iki taşın hikâyesini taşırsın.
Ve her taş gibi, bu da unutmaz.
Ve yine asla taşı yansıtamadım.
Zümrüt inanılmaz bu tasarımda
Değerlendirmeler
Henüz değerlendirme yapılmadı.