Her insanın özünde bir nur saklıdır.
Kur’an, “Allah, göklerin ve yerin nurudur…” (Nur, 35) buyurur; bu ayet, içimizdeki ışığın kaynağını hatırlatır.
Ama bu ışık, taşınmamış utançla, soy belleğinden devralınan değersizlikle, başkalarının karanlık sözleriyle kapanır.
Buna kadim öğretilerde altın gölge denir: Kişinin kendi parlak tarafını görmeye cesaret edememesi.

Mısır metinlerinde gölge, tanrının huzuruna sunulmadan önce kalpte tartılır.
Işığı taşımaktan korkan, kendi kalbini terazide ağır bulur.
Tibet öğretilerinde ise uyanış, karanlığın tam ortasında saklı altın damarı bulmaktır.
Bir kadın ya da erkek yeteneğini, güzelliğini, bereket kapısını sahiplenemez; “ben kimim ki…” fısıltısı zihin perdesine kazınır.

Modern tıp bunu özgüven eksikliği, değersizlik duygusu ya da depresyon kırıntılarıyla anlatır.
Ama ruh belleği bilir ki kendi nurundan korkan, aslında tanrının ikramını geri çevirir.

Gezegenlerde Venüs’ün parlaklığı bu alana örnektir: Eski çağlarda Venüs, hem aşkın hem bolluğun yıldızıydı.
Kök dişil ya da eril, bu yıldızı kendi içinde parlatamazsa bolluk gölgesi daralır.

Taş, sinir ağına kazınmış utancı, korkuyu, değersizlik kaydını enerji düzeyinde hafifletir.
Kur’an’ın nur ayetleri hatırlatır ki ışık kimseye ait değildir; köke yerleştirilmiş emanettir.
Düşük titreşim bu ışığın perdesine uzun süre bağlanamaz.
Dua, taş belleği ve sabır birleşince altın gölge çözülür; ışık tanınır.

BU ALAN KİMLER İÇİNDİR?
– Kendi yeteneğini, parlaklığını, bereket kapısını sahiplenmekte zorlananlar
– Utanç, değersizlik, görünür olma korkusu taşıyanlar
– Kök belleğinde “ben kimim ki…” kaydını çözmeye hazır hassas yapılar

BU ŞİFA NEYİ DÖNÜŞTÜRÜR?
– Sinir ağına kazınmış değersizlik, utanma ve görünmez kalma korkusunu enerji düzeyinde hafifletir
– Zihin perdesini ışığı taşımaya uygun hale getirir
– Düşük titreşimin bu alanı gölgeyle baskılamasını engeller
– Taş varlığı altın gölgeyi sabırla dönüştüren koruyucu hat kurar
– Ruh, kendi ışığını tanıdıkça bolluğun kapısı genişler