PIRLANTA OPAL KOLYE

Biliyor musun, opal böyle bakıldığında yalnızca ışık oyunlarıyla büyüleyen bir taş gibi görünür. Oysa onun sırrı, ışığı yalnızca yansıtmasında değil, ışığın kendisini yeniden inşa edişindedir. Renkler, senin gözünde gökkuşağı gibi dağılır ama aslında bu taşın içinde, milyonlarca yıl önce denizlerin dibinde başlayan bir hikâye saklıdır. Silikanın suyla dansı, katman katman bir hafıza örmüştür ona.

Bu gördüğün form, sıradan bir mücevher tasarımı değil. Üç ana taşın dizilişi, yörüngede duran üç gök cisminin açılarını hatırlatır. Eski ustalar buna “görünmeyen hizalanma” derdi. Orta kısımda duran opal, merkezdeki ışık kaynağını; çevresindeki pırlantalar ise o ışığı koruyan muhafızları temsil ederdi.

Opal’ın rengi duruma göre değişir; sana farklı anlarda farklı yüzünü gösterir. Çünkü o, tıpkı insan gibi, tek bir hâlde kalmaz. Kimi zaman derin bir orman gibi yeşil, kimi zaman ateşin özünü taşıyan kızıl, kimi zaman da gece denizinin laciverti olur. Ve bu değişkenlik, onun zayıflığı değil, en büyük kudretidir.

Bir opala baktığında aslında kendi ruhunun kırılma noktalarını görürsün. Işık nereden girerse girsin, kırılır, dağılır ama sonunda yine bir bütün hâline gelir. İşte bu yüzden, bu kolyeyi takan kişi, hem kendi parçalanmış yanlarını hem de yeniden birleşmiş hâlini aynı anda taşır.

 “Yıldızların dili boynunda konuşacak”

.

Opalini çekmeye devam etsem 50 ane daha farklı renk kırılımını gösterebilirdim. Şahane bir opal