“Zehr-i Nur” (زهر نور) – Tanrıçanın Gözyaşı, Işığın Çağrısı
Safir bir masal anlatacak şimdi sana….
Tatlı tatlı uykularına…
Vakit vakit hatıralarına…
Vaktiyle, zaman doğmadan önce, göğün yedi katı henüz ayrılmamışken, bir tanrıça varmış. Ne ismi okunurmuş ne de sureti görülürmüş. Ama o varmış, varmış işte masal bu ya. Sesinin dokunduğu her şey ışığa dönüşür, kalbinin değdiği her varlık hakikati hatırlarmış.
O çağlarda, gökler genişledikçe bir taş düşmüş yeryüzüne. Ne bir ağırlığı varmış ne de bir biçimi… Rüzgârın ellerinde dolaşır, ışıkla konuşur, kendini sayısız renge boyarmış. Göğe bakana denizin mavisini, suya eğilene ateşin kızıllığını, geceyi dinleyene ay ışığının sükûnetini gösterirmiş. İnsanlar bu taşın bir rüya olduğunu sanmış.
O-pal.
Sonra bir gece, göğün kalbi titremiş. Yeryüzü nefesini tutmuş. Ve işte o an, altın iplikler gibi incecik yollar, taşların içine dolmuş. Sanki göğün damarlarından süzülen ışık, yere bir iz bırakmak istemiş. Rutil Kuvars, böyle doğmuş. Her bir damarı, yıldızların unutulmuş yollarını taşırmış. Birileri ona baktığında, eski çağlardan kalma duaların içinden geçermiş gibi hissedermiş.
Ve rivayet odur ki, bir kadın varmış…
Göğe sorduğunda Opal’in rengini, yere baktığında Rutil Kuvars’ın ışığını görürmüş.
Bir gece, bu iki taş birleştiğinde, zamanın kapıları aralanmış.
Opal aşkı anlatmış, Rutil Kuvars ise zamanı…
Ve her kim bu küpeyi kulağına takarsa,
O tanrıçanın hatırasını ruhuna işler,
Ve her adımda, unutulmuş bir hikâyeyi tamamlar.
Değerlendirmeler
Henüz değerlendirme yapılmadı.