Bir zamanlar, And Dağları’nın zirvelerinde, Inka medeniyetinin güçlü kadınları “Pachamama’nın Kızları” olarak anılırdı. Pachamama, toprağın ve bolluğun tanrıçasıydı; kadınların ellerine toprağın enerjisini, kalplerine ise yaratıcılığın gücünü bahşetmişti. Ancak bir gün, dağların derinliklerinden karanlık bir gölge yükseldi. İnsanlar, toprağın bereketini kaybetmeye, kadınlar ise elleriyle yarattıkları şeylerden mahrum kalmaya başladılar.
Pachamama, bu zorluğu aşmak için dünyanın farklı köşelerinden üç taşı bir araya getirdi:
Rhodochrosite, sevgi ve cesaretle dolup taşan kalplerin yeniden canlanmasını sağlayacak, kadınların ruhundaki korkuyu dönüştürecekti.
Kehribar, güneşin sıcaklığını taşıyacak, geçmiş yüklerden arınmayı ve özgürlüğü getirecekti.
Sitrin, altın rengi ışığıyla bolluğun kapılarını açacak, kadınların emeklerini berekete çevirecekti.
Derler ki Pachamama, bu taşları hem kendi topraklarında, hem de çok uzaklarda, eski Türk diyarlarında sakladı. Çünkü iki halk, birbirinden habersiz olsa da aynı ruhu taşıyordu: Toprakla uyum, emeğin kutsallığı ve yaratıcılık. Türkler ve Perulular, bu taşların enerjisini birleştirdiklerinde, kadınlar hem kendi dünyalarını hem de sevdiklerinin dünyalarını yeniden şekillendirebilecek güce kavuşacaklardı.
Bu üç taşın birleşimi, dünya kadınlarına miras kaldı. Ellerine aldıkları her işte bolluk yaratmaları, sesleriyle hayalleri gerçeğe dönüştürmeleri için taşlar onların koruyucusu oldu. Bugün bile, Pachamama’nın kutsal fısıltısı taşların içinde yankılanır: “Sen yaratmak için doğdun, ve yarattığın her şey, bolluğa dönüşecek.”
Değerlendirmeler
Henüz değerlendirme yapılmadı.