Taş her zaman taş mıdır sanırsın?
Çok ama çok yanıldın.
Bir iç denizin suskun ağıdıdır…
Bir istiridyenin ömrü boyunca ördüğü sır, yavaşça kabuğundan düşer, ve adına sedef derler.
Sedef, bir cevherden çok bir bekleyiştir.
Bilim onu “nacre” diye çağırır.
İnciyi saran, yumuşak dokuları kristalle kaplayan bu madde,
kalsiyum karbonat ve konkiolin’in dansından doğar.
Ama asıl mucize bu değildir—
mikroskobik katmanlar hâlinde dizilmiş kristaller, ışığı kırar, yansıtır, bükerek renkleri konuşturur.
Sedef, ışığın öyküsünü tekrar tekrar anlatan canlı bir aynadır.
Ama işte, asıl sır buradadır:
Sedef, dışarıdan gelen acıya karşı doğar.
İstiridyenin içine düşen küçücük bir kum tanesi, bedeninde yara açar…
Ve onu sedefle sarar, güzellikle örter, sabırla dönüştürür.
Bu yüzden sedef, yalnızca zarafet değil;
acıya verilen en soylu cevaptır.
Sedefi bileğinde taşıyan kadın, kendi yarasını kutsal bir inciye dönüştüren kadındır.
İçinde taşıdığı sükûnet, bir okyanusun kıyıya söylemediği sır gibidir.
Konuşmaz da parlar.
Ağlamaz da dokunur.
Görünmez de yansır.
Bu bileklik, bir kadının iç denizine inen bakıştır.
Aynı anda hem çocukluğun masumiyetini, hem de yaşanmışlıkların ışığını taşır.
Sedef, kalbin kabuğunda büyüyen en güzel tesellidir.
Değerlendirmeler
Henüz değerlendirme yapılmadı.