Gözleri gökyüzüne mühürlenmiş kadının elleri, çölde toprağa düşmüştü. Bedeni, kumlarla kucaklaşırken, yıldızlar onun kanına tanıklık ediyordu. Adı unutulmuş, sesi göğe yükselmiş, fakat yankısı zamanın kalbine kazınmıştı.
Güneş, göğün azametli bir hakimi gibi üzerine eğildiğinde, teni yangın yerine dönmüştü. Çölde yankılanan çığlığı, rüzgârın taşıdığı eski bir ağıttı. Adamlar, ellerini kana bulamaya dünden razıydı. Kalın ipler bileklerini keserken, kızıl izler kumlara dökülüyordu. Çıplak ayaklarının altında sıcak taşlar, onun acısını çoğaltırken, vahşi bir sessizlik, göğe yükselen son duasını saklıyordu.
Bedenini çırılçıplak çöle bıraktıklarında, kollarını iki yana açtılar. Çünkü onun elleri, yalnızca teni değil, ruhları da iyileştiriyordu. Parmak uçlarından yayılan ışık, hasta çocukları şifaya kavuşturuyor, ölümün sınırına gelmişleri hayata döndürüyordu. Kadının dokunuşu, bir lanet gibi görülmüştü erkekler tarafından. O eller ki, nehirlerin akışını değiştirecek, insanın ruhunu şifayla saracak kudretteydi. Fakat erkekler korktu. Tanrılara ait sandıkları kudretin, bir kadının ellerinde toplanmasını hazmedemediler. Onun şifasını büyü saydılar, onun ışığını karanlıkla bastırmaya kalktılar. Ve işte bu yüzden, çölde onu kurban etmeye karar verdiler. Kurban edilmiş bir kuş gibi, göğe doğru yükselen boynunu geriye attı. Başında tanrıçaların mirasını taşıyan altın bir taç vardı, şimdi ise sadece ihanetin lekesiyle süslenmişti. Bir bıçak havaya kalktı, parlayan çeliğin keskinliği onun göğsünde yankılanan bir korkuya dönüştü. İlk kesiği hissettiğinde, dünya sustu. Bir damla kan, kızgın kumun üzerinde bir çiçek gibi açıldı.
Kızgın güneş, kadim tanrıçaların gözyaşları gibi tenine değdiğinde, ona sadık kalan tek şey bileğindeki taşlardı. O taşlar ki, onun kanını içmiş, onun ahını saklamış ve sonsuz bir mühür gibi zamana işlenmişti.
Bir zamanlar Nil’in kıyısında, başında altın bir taçla yürürdü kadın. Onun varlığı göğü titreten bir dualar bestesiydi. Fakat erkeğin hırsı, tanrıçaların iradesini sınamak istercesine, onu çöle sürükledi. Bilekleri bağlandı, vücudu kurbanlık bir ceylan gibi sunağa yatırıldı. Kumlar, suskunluğunu bozarak onun kanını emdi. Ve işte o an, kara kanı çölden süzülerek Nil’e aktı. Nehir, o kanı taşıdı, taşları boyadı, suya ölülerin yasını ekledi.
Fakat ölüm, bazı ruhları sarmalamaz. Bazı ruhlar, ölümlerinde dahi yaşamaya mahkûmdur. Gökler ağladığında, fırtına koptuğunda, kadınların gözleri dolduğunda, onun sesi duyulurdu. Unutulmuş tapınakların sütunlarına kazınan o eski dualar, o zamandan beri hep ona çağrıydı.
Tanrıçalar, zamanın döngüsünü kıramazdı. Lakin zamanı kendi elleriyle eğip bükebilecek olan, yalnızca kadınların gözyaşlarıydı. Çölde kurban edilen kadının gözleri yıldızlardan düşerek toprağa değdiğinde, tanrıçalar onu yeniden çağırdı. Zamanın ölü derisinden sıyrılan kadın, avuçlarında taşıdığı taşları güneşe tuttu. Ve o taşlar, yeniden konuşmaya başladı.
Bileğindeki taşlar, ona ihaneti fanlatan geçmişi hatırlattı. Fakat aynı taşlar, ona yeniden doğuşu müjdeledi. Artık o, 21. yüzyılın gökyüzü dişisiydi. Bedenine kazınan işkence, boynuna asılan taşlara dönüştü. Ve bileğine dolanan o taşlar, onun varlığını haykırıyordu.
Şimdi, kim bu bilekliği kuşanırsa, o kadının mirasını taşır. Çölde kurban edilenin kanı, artık bir lanet değil; bir uyanış çağıdır. Taşlar, onun ellerindeki şifanın yankısını taşır. Her damarına işlemiş o kudret, bugün de yaşamaya devam eder. Bir kehaneti işitir onu takan:
O çağrı ki, binlerce yıl öteden gelen bir yankıdır. “Unutma!” der taşlar, “Sen bir kurban değilsin. Sen yeniden doğmuş olan ve adını göklere yazdıracak olan bir tanrıçasın. Ellerindeki ışığı söndürmeye çalıştılar, ama senin şifan zamana kazındı. Şimdi, onu tekrar diriltme vakti geldi.”
Sen dişil kudretin mirasçısı!
Ah benim yıldızlardan doğan kız kardeşim!
Unutulmuş adını göğün ve toprağın derinliklerine fısıldıyorum. Sen ki çölde kurban edilen, fakat zamana direnen kadınsın. Kanın nehirleri besledi, feryadın rüzgâra karıştı, fakat ışığın sönmedi. Şimdi bileğinde taşıdığın taşlar, sana geçmişini hatırlatıyor.
Duyuyor musun? Zamanın tozları arasından yükselen sesi?
Sana yasakladıkları, senden çaldıkları, ellerinden kayıp giden her şeyi geri almak için uyan! Gökyüzü adını çağırıyor, taşlar seninle bilişiyor, tanrıçaların mirası avuçlarında. Artık vakit geldi… Kendini hatırla!
HİKAYENİ HATIRLA…
Ağaç Jasper
Gem Güneş Taşı
Cinnebar
.
Yanında sırlı menalite akik ile birlikte gelecek
Değerlendirmeler
Henüz değerlendirme yapılmadı.