Gök kubbenin en derin hallerinde yanıp kül olmadan varlığını sürdüren bir nurdan bahsetsek, kimileri onu güneşin yüreğinden kopmuş bir kor, kimileri ise âdemin ruhuna dokunan ilahi bir nefes sanır. Oysa bu bir taş değil, bir alevdir: Ateş Opal.
Kutsal metinlerde cehennemin yakıcı alevleri, cennet bahçelerinin narin ışıklarıyla tezat içindedir. Fakat Ateş Opal, bu ikisinin arasında, sır perdesinin tam eşğiğinde dans eder. O, dünyaya şaitlik edenlerin yoldaşı, sabredenlerin sabahıdır. “Ol” emriyle yaratılan nura bir pencere aralar ve takan kişiye hakikatin izini sunar.
Minik elmaslarla sarmalanmış bu mücevher, üzerindeki zerreciklerin her biriyle birer ayet gibi parıldar. Yıldızlar gibi saf ve berrak, geceyi delen kandiller gibi aydınlatıcı. Elmaslar, onun şahadeti; Ateş Opal ise kalbin bağrında yanan o büyük gerçektir.
Bu kolye, bir aşık gibi boynunuzda salınırken size der ki:
“Ey kalbinde şavkı olan yolcu! Kendi alevinden korkma. Yan ki gerçeği göresin. Senin içinde sönmez bir kıvılcım var; o, seni aşka düşürecek olan ışıktır.”
Ve hatırla, bir zamanlar Nemrud’un ateşi İbrahim’i yakmamıştı. Zira hakikatin ışığında yanmayan, kıvılcımın gücünü ne bilsin?
Değerlendirmeler
Henüz değerlendirme yapılmadı.