Yeme Bozuklukları
Bedenin Sustuklarını Konuşma Biçimi
Ruh Açken Bedenin Cezalandırıldığı Sessiz Savaşın İçinden Bildiriyorum….
Yeme Bozuklukları Nedir?
Yeme bozuklukları, yalnızca yemekle kurulan bir ilişkinin bozulması değildir çiçeklerim.
Bedenle, öz benlikle ve kontrolle kurulan ilişkinin çatışmasıdır.
En sık görülen biçimleri:
Anoreksiya nervoza: Kilo alma korkusuyla yemeği reddetmek, beden algısını bozmak, kendini aç bırakmak
Bulimia nervoza: Aşırı yeme nöbetlerinin ardından kusma, laksatif kullanımı veya aşırı egzersizle telafi etme
Tıkınırcasına yeme: Kontrolsüzce yemek, ardından suçluluk ve utanç hissi
Ortoreksiya: “Sağlıklı yeme” takıntısıyla obsesif davranışlar geliştirme
Tıp bunları psikiyatrik bozukluklar içinde sınıflandırır; genetik, nörolojik, hormonal, çevresel nedenlerle açıklar.
Ama mesele yalnızca yemekte değildir.
Yemek, sadece yüzeydeki hikâyedir.
Derinde ise çok daha incelikli bir hikaye vardır:
“Ben olduğum halimle görülmüyorum.”
Yeme Bozukluklarının Duygusal ve Ruhsal Derinliği
Yeme bozukluğu yaşayan biri genellikle şunu anlatmaya çalışır:
“Benim üzerimde tek söz hakkım kalan şey bedenim.”
“Duygularımı denetleyemem ama lokmamı sayabilirim.”
“Sevilmeyeceğim… Ama belki incelirsem kabul edilirim.”
“Kendimi hissetmiyorum. Açlıkta ya da doyumsuzlukta yeniden var oluyorum.”
Altında sıkça şu duygular görülür:
Görülmeme, duyulmama, yok sayılma hissi
Kontrol ihtiyacı – dağılmış bir dünyada bir şeyin sorumluluğunu alma arzusu
Suçluluk ve utanç – geçmiş deneyimlerden taşınan kendini cezalandırma döngüsü
“Yeterince iyi değilim” inancı – sürekli kendini şekillendirme arzusu
Bastırılmış öfke, değersizlik, sevilmeye layık olmadığını sanma
Ve bazen en sessizi ve bence en hüzünlüsü;
Kendinden kaçma arzusu
Anoreksiya, bedenin “beni görmeyin” çığlığıdır.
Bulimia, “beni hissetmiyorsanız ben de kendimi kustururum” isyanıdır.
Tıkınırcasına yeme, sevgiye ulaşamayan ruhun lokmalarda teselli aramasıdır.
Taşların Yeme Bozukluklarıyla Frekanssal İlişkisi – Bedenle Barış, Ruhla Temas
Yeme bozukluklarında sinir sistemi sürekli tetiktedir.
Kişi ya kontrol hâlindedir, ya kaotik.
Ruh ve beden ayrı düşmüştür.
Zihin, bedeni düşman belleyerek ona emirler verir.
Kalp ise bu kavgayı sessizce izler.
Taşlar burada şunları yapar:
Bedenle yeniden nazik bir temas kurulmasına yardımcı olur
Boğaz, kalp ve solar pleksus merkezlerini dengeleyerek kendini ifade etmeye alan açar
Vagus sinirine etki ederek güven duygusunu artırır — çünkü bu bozuklukta kişi dünyaya güvenemez
Sabit titreşimleriyle kaotik zihin frekansına karşı ritim sunar
“Ben bu bedenin düşmanı değilim” hatırlayışını başlatır
Ama taşın en büyük katkısı şudur:
Bedenin kendine ait olduğunu hatırlatması.
Bir savaş alanı değil, bir yuva olduğunu…
“Biz insanı en güzel biçimde yarattık.”
(Tin Suresi, 4)
Ve insan, kendi bedenine küstüğünde…
Taş, bu ayeti sessizce hatırlatır.
Görkemli şekillerle değil, sabırla.
Sonuç:
Yeme bozukluğu, Bir kimlik arayışıdır arkadaşlar, bir davranış değildir.
Taş bu arayışa “olman gerekeni” dayatmaz.
Sadece şunu söyler:
“Olduğun hâlinle de varsın.
Yavaşla. Dokun. Hisset.
Bedenin senden kaçmıyor.
Sen de artık ondan kaçmak zorunda değilsin.”