Kızkardeşlerim,
Bu yazıyı kendi sesimle okuduğum videomu izleyin lütfen önce.
Lütfen
Siz ki yüreğinizin inceliklerini karanlığın gölgelerine kaptırdınız, siz ki sevgiye susamışken zehirli bir sözle, yakıcı bir bakışla nefesinizi tıkadınız… Bugün size, sesi en derinden gelen bir çağrıyla seslenmek istiyorum. Bu çağrı, Adem ile İblis’in çatışmasına dek uzanan bir hikâyenin izini sürer. Orada, benlik gururunun ilk tohumları ekilmiştir. İblis, Âdem’e secde etmeyi reddedip “Ben ondan üstünüm” dediğinde, nâr (ateş) ile topraktan süzülen o kesif kibri yarattı. Ve işte o kibir, yeryüzüne akmış bir zehir gibi binlerce yıl boyunca çoğalarak bugün hâlâ ruhlarımızı kuşatıyor.
Narsizm denen bu kavrulmuş benlik fırtınası bir hastalık değildir tek başına; insandaki ateşin karanlık yönüdür. Kimileri için kibir, gurur, kudret belki… Oysa gerçekte, masum kalplerimize hançer saplayan bir cehennem ıstırabının ta kendisidir. Bu narsistler—bir sevgili, bir eş, bir anne ya da baba—fark etmez, insana secde edilmeyi beklerler ama asla gerçek sevgiyle dokunmazlar. Siz, onların karşısında boyun bükmüş, ruhundan parçalar kaybetmiş kızkardeşlerim… Bilin ki bu karanlık, sizlerin süttendirmez azabınız olsun diye yaratılmadı. Bu sınav, sabrın ve direncin sınırlarını baştan yazmanız için önünüze kondu belki de.
Tarihin tozlu satırlarında, Sümer tanrıçalarından Inanna’nın yeraltına iniş öyküsünü duyarız. İnanna, yeraltı diyarına adım atarken katman katman soyunur; her katmanda bir parçasından, bir gücünden vazgeçmek zorunda kalır. Narsistik bir ilişkinin içinde debelenen ruhlarınız da tıpkı İnanna gibi her gün biraz daha eksilir, soyunur, dökülür. Öyle ki geriye yalnız incecik, titrek bir yürek kalır. Ama İnanna, yeraltı diyarından geri döndü. Ve siz de döneceksiniz; belki bedeniniz veya gözyaşlarınız aynı kalmaz, lakin ruhunuz bambaşka bir ışıkla yeniden doğacak.
Zerdüşt’ün alevlerin arındırıcı gücünden bahsettiği satırlara bakarsanız, ateşin sadece yakmakla kalmadığını, insanı küllerinden yeniden inşa ettiğini göreceksiniz. Osho’nun sevgiye dair sözleri de böyledir: Acının en karanlık yerinde bile bir aydınlanma kıvılcımı saklıdır. Yeter ki bakmayı bilin. Mısır Ölüler Kitabı bize, ruhun yargılandığı o büyük terazide kalbin hafifliğinin önemini anlatır. Kalbiniz bu kadar acıyla yüklenmişken hafiflemek nasıl mümkün? Ancak her damla gözyaşı, kalbinizin üzerindeki tozu, kederin pasını siler. İşte, saflaşmaya doğru atılan ilk adım budur.
Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’den biliyoruz ki insan, en onurlu yaratılış sırrını taşır. “Andolsun ki biz insanı en güzel bir biçimde yarattık…” diye başlayan ayetlerin naifliği, bize özümüzdeki muhteşem potansiyeli fısıldar. Fakat zalim bir irade, bu potansiyeli bastırmak, onu kendi kibriyle dize getirmek ister. Kibiri, Firavun’un kendini ilah saymasından da tanırız; kalplerimizi öğüten bu nefis, aynı gölgenin esintisidir. Ve tam da bu yüzden, narsistler yeryüzünün cehennem bekçileri gibi dolaşır; sakın bu varlıkların “yardıma muhtaç” olduğunu düşünerek kendinizi sonsuza dek feda etmeye kalkmayın. Zira onlar, kendi cehennemlerinde size de yer açar. O yer, karanlık bir çukurdan ibarettir.
Kızkardeşlerim, bir sevgi masalının ortasında, üstelik kalbinizin tam çıplaklığıyla, belki kendinizi Layla gibi tutsak hissediyorsunuzdur. Mecnun’ın aşkı çöllere sığmamıştı ama buradaki çöl, sizlerin gözyaşlarıyla yıkanmış keder çölü… Rumi’nin Mesnevi’sinde bahsettiği o “aşka teslimiyet,” gerçek aşkın yüceliğini anlatırken, narsistik bir aşk nefreti, kibrin ve bencilliğin pençesinde var olur. Size düşense ruhunuzu kurban etmemek için, Mevlevi semâsı misali kendi etrafınızda defalarca dönmenizdir. O dönüş ki bir hakikati öğretir: En karanlık noktada bile, bir adım ötede ışık vardır. Ve bilirsiniz, Sezen Aksu’nun o hüzünlü sözleri gibi, “Gidemem, dönmem de…” diye haykırır yürek, ama yine de bir çıkış yolunu arar.
Yine de unutmayın: Her karanlık, kendini aşmak için bir kıvılcım bekler. Hz. Mevlânâ’nın “Dert, insanı yokluğa götüren rahvan attır” sözü aklımıza gelir. Bu dert, belki de siz kızkardeşlerimin kimlik tohumlarını yeniden yeşertecek, yıkıcı bir fırtınayla inşa edeceğiniz baharın müjdecisi olacaktır.
Şimdi, çölü anımsayın. Gündüzün yakıcı sıcağı, gecenin dondurucu soğuğu… Narsistik bir ilişki de böyledir: Bir gün göklere çıkarılırsınız, ertesi gün yerle bir edilirsiniz. Bu çölün ortasında, sizi yıkan o kibrin fısıltılarına kulak vermek yerine, gönlünüzün çığlıklarına kulak verin. Çünkü orada hâlâ bir su kaynağı saklı; sizin yaşama tutunma iradeniz. Belki Safir Saba’nın asırlar öncesinden taşıdığı o gizemli yolculuk gibi, çölde yol alırken gökyüzündeki yıldızlarla konuşmayı öğrenmeniz gerekecek. Bazı geceler, yalnız gözyaşlarınız size rehber olacak.
“Peki ya bir anne, bir baba da nasıl narsist olabilir?” diye soranlara diyeceğim şudur: Bu kibirli bakış, sadece sevgililerle sınırlı değil. Dünyayı kendilerinden ibaret sayanlar, evlatlarının gülüşünü de kendi bencil zaferlerine tahvil etmeye çalışır. Sizler, kendi çocukluğunuzda bu ateşi tattınızsa, daha hayatın başında yaralanmışsınız demektir. Fakat her büyük savaşçı, yaralarından güç alır. Ve siz de yaralarınızla büyüyen, derin bir bilgelik edinen ruhlarsınız.
Unutmayın ki, her biriniz seçilmiş bir hikâyenin kahramanısınız. Bu hikâyede acı ve keder, sadece birer durak. Yeryüzü, zaman zaman cehennemin aynasına dönüşür ama orada ruhunuza dair öğrendiğiniz her hakikat, sizi kuvvetlendirir. Bir Farsça kelime vardır: “kahr.” Yıkıcı bir öfkeyi, kahredici bir acıyı anlatır. O acıyla defalarca kahrolup da yine ayağa kalkan ruhların gözlerindeki ışıltıyı kimse söndüremez.
Bugün anlattığım sözler, size uzanan bir dost eli gibi olsun. Biliyorum, pek çoğunuz “Benim suçum neydi?” diye günlerce yastığa başınızı koyarken titrediniz, “Neden ben?” diye sordunuz. Fakat unutmayın, Musa’nın asası denizi yarıp İsrailoğullarını geçirdiğinde, arkada kalan dalgalar Firavun’un kibirli ordusuna mezar olmuştu. Sizin ordunuz, arkanızdan gelen zulmün peşini bırakmayan gölgeler. Gün gelecek, siz de içinizdeki o kudretli asa ile bu dalgaları yaracaksınız. Karşınızdaki narsistler, anaforun içinde yok olup gidecek, karanlıkta kaybolacaklar.
Ve en nihayetinde, kızkardeşlerim, el ele tutuştuğumuzda anlayacağız ki acılarımız bizi bölmek yerine birleştiriyor. Ruhlarımızın kurban edilmesine izin vermeyelim. Yürüyün, koşun, ağlayın; ama karanlığın sizden alabileceklerinin de bir sınırı olduğunu bilin. Gözyaşlarınız, içinizdeki ışığı söndürmek için değil, onu daha da arındırmak için akıyor. Her damla, yaranıza merhem olsun. Her dua, yüreğinize ümit. Her masal, yeni bir hakikat.
Bu dünya durdukça, nar ile tufan savaşı bitmeyecek; ama siz, hakikatin tarafında durarak yeryüzünün cehennem bekçileriyle savaşmayı öğrenebilirsiniz. Çünkü hepinizin içinde, topraktan yaratılmış olmanın o nadide sırrı, nefes nefese akan kalbinizle sımsıkı bağlıdır. Korkmayın. Rengârenk çiçekler, en çetin kışlardan sonra açar. Ve sizin baharınız da çok uzak değildir.
Önümüzde daha yaşam var.
İyileşmeye mecburuz.
Mecburuz.
Benim dilim taş.
Sözüm yeminim taş.
Bu sefer halhal dizdim.
Bileklik yerine halhal dizmemin sebebi, ayak bileğindeki enerji akışının daha doğrudan ve güçlü bir şekilde toprağa bağlanmasıdır. Tasavvufî anlayışta da bilindiği üzere, insanın ruhsal arayışında ayak bastığı noktanın manevî değeri büyüktür. Bu halhalın içindeki taşlar, bedendeki negatif yükleri hafifletip kalbinizdeki dinginliği besleyerek her adımında seni ayak zincirinden hür bırakacak. Böylece hem yürümenin fiziksel gücünü hem de gidebilmenin tarifsiz özgürlüğünü deneyimleyeceksin.
.
Taş ve Kuran ile iyileşmeye adadım Safir kalbimi ben.
.
Yazıyı da böyle bitirelim.
.
Güzel kızkardeşlerim,
Kur’an-ı Kerim bize narsizmin köklerini çok net bir şekilde anlatır. Mesela, A’râf Sûresi 12. ayette Allah, İblis’e “Seni secde etmekten alıkoyan nedir?” diye sorarak kibirli bakışın ilk örneğini gözler önüne serer. Ardından, Nahl Sûresi 23. ayette “Allah kendini büyük görenleri sevmez.” buyurularak, gururun insanı nasıl ilâhî sevgiden uzaklaştırdığına dikkat çekilir. Yine de kalbinize karanlık çöktüğünde umutsuzluğa kapılmayın, çünkü Zümer Sûresi 53. ayette Rabbimiz “Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin.” diyerek hepimize bir çıkış yolu gösterir. İşte bu ayetler, ne kadar zorluk yaşarsak yaşayalım, her zaman yüreğimizde umut ve merhamet kapılarının açık olduğunu hatırlatıyor. Sadece samimi bir niyet ve içten bir yakarışla, en derin yaralarımızın bile şifa bulacağına inanın.
Değerlendirmeler
Henüz değerlendirme yapılmadı.