“LUX OBSCURA” – KAYIP IŞIĞIN GÖZYAŞI
“In tenebris lucet lux et tenebrae eam non comprehenderunt.”
(Karanlıkta bir ışık parlar ama karanlık onu kavrayamaz.)
Gecenin en derin saatinde, ışık ile gölge birbirine karışırken, göğün en parlak taşlarından biri yeryüzüne düştü.
Bu, sıradan bir düşüş değildi.
Bu, unutulmuş bir yolculuğun yeniden başlamasıydı.
Elmas.
Zamanın en eski tanığı.
Her şeyi gören, ama hiçbir şeye ait olmayan taş.
Işığın en saf hali.
Kırılmayan, silinmeyen, zamana boyun eğmeyen.
Blue London Topaz.
Denizin en derin katmanlarından gelen fısıltı.
Sonsuz bir gecenin ortasında, yıldızların suya yansıması.
Bilgelikle mühürlenmiş, ama bilinmeyene hâlâ aç.
Bu iki taş, gökyüzünün en büyük sırrını taşıyordu.
Ama artık gökte değil, yeryüzündeydi.
Kimse nasıl düştüğünü bilemedi.
Kimse, düşerken neyi değiştirdiğini fark etmedi.
Ama taşlar, artık yeryüzünde bir kadının kulağında yankılanmayı bekliyordu.
Çünkü her ışık, bir gölgenin içinde saklıdır.
Ve her gölge, içinde bir ışık taşır.
Ve o sırada gökyüzü, eski bir kelimeyi fısıldadı:
“Allah, göklerin ve yerin nurudur…” (Nur Suresi, 35. Ayet)
Kim bunu takarsa, göğün unutulmuş bilgisini hatırlasın
Kim bunu takarsa, gölgede kaybolmasın.
“Lux obscura non amittitur, sed custoditur.”
(Kaybolan ışık aslında asla kaybolmaz, sadece saklanır.)
Değerlendirmeler
Henüz değerlendirme yapılmadı.