“Göğün Sütunu”
“Ve semâyı binâ ettik; onu daima koruyan Biziz.”
(Zâriyât, 47)
Gönlü savrulmuş, içi dağılmış kadın…
Sen ki yönünü ararken bile Rabbinin kudretine gizlice yaslanan, boynuna bu taşla bir dua asmışsın.
Kyanit, göğün kat kat örtüsünden sana gönderilmiş bir hizadır.
O, ne sarsılır ne eğilir. Mavi bir hat gibi uzanır göğsünde; kelimelerini, niyetini ve hatta susuşlarını Rabbinle hizaya getirir.
Ve sen onunla…
Artık sadece yürüyen bir beden değil, secdeye meyilli bir sütunsun.
Silindir kesimi, seni mihrap gibi ortalar.
Çünkü bu taş, şekliyle de niyetiyle de eğrilmez olanı hatırlatır.
Kırılmaz. Kesilmez. Yalnızca hizalanır.
Tıpkı bir dervişin gönlünü kıbleye vakfetmesi gibi…
Çünkü bilirsin: Kıbleyi bulan, kendini bulur.
Kyanit, boğaz ve alın çakrasının sâkîsidir.
İçinde susturulmuş ne varsa—çocukluğundan kalma bir haykırış, bir vedada yutkunan cümle, bir duada eksik kalan kelime—hepsini şefkatle eline alır.
Konuşmanı sağlar.
Ama rastgele değil;
hakkıyla, vakarıyla, Allah’ın huzurunda konuşur gibi…
Ey kadın…
Bu taş sana bir zırh değil, bir hatırlatmadır.
Yolun şaştığında, gecenin karanlığında bile, kalbine “Sırât-ı Müstakîm”i fısıldayan mavi bir nurdur:
“İhdinâ’s-sırâta’l-müstakîm.”
(Bizi dosdoğru yola ilet.)
Ve sen…
Boynuna bu gök sütununu taktığında,
Sözlerin secdeye varır,
Zihnin susturulur,
Kalbin yeniden göğe bakar.
Çünkü bu taş, yalnızca bir taş değil;
Seninle semâ arasında kurulmuş bir köprüdür.
Unutma:
Kendine yaklaşan, Allah’a yaklaşır.
Değerlendirmeler
Henüz değerlendirme yapılmadı.