Vaktiyle, gökyüzüyle yeryüzü arasında yürüyen bir kız vardı.
Saçları altın teller gibiydi, geceye sarkar, rüzgâra dokunur, suya ışık verirdi.
Hiçbir yere ait değildi. Ne tamamen insan, ne tamamen tanrıçaydı.
Kutsal olanla fâninin arasında salınan, ismi unutulmuş bir varlıktı.
Derler ki bu kız, insanların kalbindeki kötülüğü gördüğünde ağladı.
Ve gözyaşlarıyla birlikte, saçları da döküldü.
Her bir tel, ışığın içinden bir sır taşıyordu.
Ama insanlar onu anlayamadılar.
Ve bir tanrı, onu korumak için O’nu şeffaf bir kristalin içine hapsetti.
Gold rutil…
Ve onun küre formu, o sonsuzluğa açılan altın dairenin ta kendisiydi.
Şimdi, bu taş boynundan süzüldüğünde;
Işığın hatırasını, unutuşun içindeki hatırlamayı,
ve saç telleri hâlinde dökülen bir tanrıçanın hikâyesini anlatacak sana uzun uzun.
Altın rengi zinciriyle birleşen bu taş, içindeki “unutulmuş ışıltıyı” hatırlatmak için var.
Küre formu, zamanın döngüsünü anlatır.
Rutile saçlar, o döngüye düşmüş bir hikâyeyi…
Ve mırıldanır:
“Ben, görünene hapsedilmiş görünmeyenin ta kendisiyim.
Işık içindeyim, ama hâlâ dışarıyı arıyorum.
Belki beni hatırlarsın… belki sen de bir zamanlar ışığın kız kardeşiydin.”
Değerlendirmeler
Henüz değerlendirme yapılmadı.