Biz insanı bir kan pıhtısından yarattık.” (Alak Suresi, 2)
İlk varoluş, su ile kanın buluştuğu bir sancıdır. İnsan, rahmin derinliklerinde bir damla sudan, bir pıhtıdan yaratıldığı gibi, mercan da denizin rahminde biçimlenir. Su ve ateşin, zaman ve sabrın iç içe geçtiği bir mucizedir.
Kızılın en derin hâliyle yoğrulmuş bir taş… Denizin kökünde sabırla büyüyen, tufanları aşarak hayata tutunan, kanın ve ruhun şifasını saklayan kadim bir sır: Mercan.
Kur’an der ki: “Sizi bir damla sudan yaratan O’dur, sonra bir müddet yaşamanızı takdir etti.” (En’am Suresi, 2)
İnsan, suyun derinliklerinden gelen bir kıvılcım gibi var oldu. Mercan da öyledir; denizin rahminde büyüyen, tufanlara sabreden, ilahi kudretle yoğrulmuş bir cevher… Su ve zamanın iç içe geçtiği, sabır ve sınavların şekillendirdiği bir sırdır. Tıpkı insan gibi; tıpkı kadın gibi… İlk şekil, ilk suret, ilk can… İşte mercanın özü budur. O, denizin rahminde şekillenen, insanın yaratılışıyla aynı kaderi paylaşan bir cevherdir. İlk varoluş sancılarında suyla yoğrulan, ilahi bir tecelli gibi biçimlenen, kanın ve ruhun özünü taşıyan bir sırdır. Mercan, insanın hamurunda saklı olan ilk nizamın yankısıdır.
Kadim kitaplarda mercanın, kanı arındırdığı, bedeni kuvvetlendirdiği, sinirleri yatıştırdığı yazılıdır. Ancak bu taşın asıl sırrı, taşıyanı hakikatin aynasında kendine döndürmesidir. Onu boynunda taşıyan kadın, denizin sabrını, tufanların öğretisini, en derin yaraların bile ilahi hikmetle sarıldığını hatırlar. Mercan, kanı temizlemekten öte, ruha dokunmuş hakikati açığa çıkarır. O, yaradılışın aynasında unutulanı yeniden hatırlatır, kadının kalbine ilahi bir sır gibi işler ve ona, özündeki kuvveti hatırlatır.
Nitekim Tevrat’ta da adı geçen mercan, bilgelikle ilişkilendirilir: “Hikmet, mercandan daha değerlidir ve arzulanan hiçbir şey ona denk olamaz.” (Eyub 28:18)
Çünkü mercan, bilgeliğin, sabrın ve direncin simgesidir. Denizin içinde yıllarca büyüyerek şekil alan, dalgaların sert dokunuşlarına rağmen varlığını sürdüren bir taş… Tıpkı kadının ruhu gibi; sınanmış, yoğrulmuş, ama yine de ışıldayan.
Ve İncil’de, cennet tasvirinde mercana atıfta bulunulur: “Ve şehirde on iki kapı vardı, her biri birer inciden yapılmıştı, yolları ise saf altın gibiydi.” (Vahiy 21:21)
Çünkü mercan, kutsal kapılardan geçmenin nişanesidir. Bedenle ruhun arasındaki köprüdür. Cennetin sırlarından biri gibi, onu taşıyanın kalbine bilgelik ve huzur salar.
Ve bil ki, bu taş, her kadının içinde taşıdığı ilahi kıvılcımın aynasıdır. O, kanı kuvvetlendirir çünkü kadının damarlarında yalnızca sabır değil, zamana karşı yazılmış gözyaşları akar. O, bedeni arındırır çünkü kadın, yaradılışın en saf suyu ile yoğrulmuş, ama en derin yaralarla sınanmıştır. O, ruhu sakinleştirir çünkü kadın, her tufana rağmen aşkı taşır; bazen sessiz bir dua gibi, bazen de kurumuş dudaklardan dökülen son kelime gibi… Ve işte mercan, unutulmuş bir duanın yankısıdır. Onu taşıyan kadın, tufanlardan sağ çıkan son fısıltıyı duyacaktır:
Kız kardeşim! Bütün fırtınalara rağmen burada, hayattasın. Seni tüketmek isteyen zamanın karşısında, mercan gibi sabırla büyüdün. Dalgalar seni savurdu, yollarına taşlar döşendi, duaların gökyüzünde yankılanmadan susturulmak istendi. Ama sen, mercan gibi, suyun derinliklerinde saklı kalan hakikatinle dimdik durdun.
Şimdi, bu taşın içindeki sırrı duy: Sen unutsan da Allah unutmaz. Gözyaşlarını sayan, dualarını işiten, seni en derin karanlıklardan çekip çıkaran kudret hep seninleydi. Mercan boynunda parladıkça, hatırla; sen yıkılmadın, sende eksilen hiçbir şey yok. Sen, tufanları aşan, rahmetle yıkanan, ve hakikatle yeniden doğan kadının ta kendisisin.
Değerlendirmeler
Henüz değerlendirme yapılmadı.