Brezilya’nın Ametista köyü, kadim toprağının göğsünde asırlar boyu nice cevherler saklamış bir yer olarak anlatılır. Mor ışığın hası Amethyst’in diyarı denilse de, o diyarın bağrından yükselen bir başka parıltı daha vardır: Sitrin taşı. Üstatların dilinde “altın güneşin toprağa inmiş hali” diye anılır. Sanki çöl ufkunda batan güneşin, vakt-i seherde yeniden doğmasıdır bu taşın ışıltısı; gönüle ferahlık, hayata bereket ve bolluk armağan eder.
Ametista’nın yaşlı bilge madencileri anlatır ki, bir vakitler, yeraltının karanlık koridorlarında mor kristallerle iç içe gizli bir “sarı ırmak” olduğunu söylerlermiş. Rüzgârın getirdiği tatlı bir ses, “Bu ırmak gönlün darlığını giderir, bolluk kapılarını aralar,” diye fısıldarmış. İşte o sarı ırmağın kristalize olmuş hâline Sitrin demişler. İncecik ışıltıları, tıpkı çöldeki kum tanelerine vuran güneş zerreleri gibi göz kamaştırır.
Sitrin taşının titreşimini tarifiiiii, insanın iç âlemine bir huzur ve genişleme hissi verişini ilk fark ederiz. Mesnevî’deki anlatılarda, gönülde beliren her iyilik tohumunun zamanla bolluk çiçeklerine dönüştüğünden bahsedilir ya, işte Sitrin’in sıcak rengi bu dönüşüme çağrı gibidir. Leylâ ile Mecnun’un çölde buldukları sabır ve aşk misali, Sitrin de sabırla gönlü işlediğinde, bereket kapısını ardına dek aralatır.
Sumer’den kalma çivi yazılı metinlerde, “ışığın tohumları toprağa inince yıldızlar bile öykülerini anlatır” diye bir vecize vardır. Bu sözler, Ametista köyünün derin damarlarından çıkan Sitrin kristalleri için söylenmiş gibi. Zira her bir Sitrin parçası, yerin karanlığında saklanan ışık çekirdeğinin yeryüzüne taşınmış hikâyesidir. Onu elinize aldığınızda, geçmiş asırların ve kadim çöl masallarının fısıltılarını duyabilirsiniz.
Fakat bu taşın kalplere yaptığı en büyük hediye, canım Kur’an-ı Kerim’in “Biz senin göğsünü ferahlatmadık mı?” (İnşirah 1) ayetindeki sırrı hatırlatmasıdır. Gönlün yükünü alıveren bir el misali, Sitrin’in ışığı içimize işlediğinde, derin bir nefes alırcasına ferahlık duyarız. Uzun süren yolculuklarda yorgun düşen ruhun, sanki durup da bir an soluklandığı, hafiflediği anlar vardır ya… Ametista’nın bilge madencileri, Sitrin’in kalpte yarattığı hazzı işte bu ânın genişlemesine benzetir.
Şöyle derler: “Sitrin, kulak verince ruhuna nazlı bir ninni söyleyen taştır.” Ardıç kuşunun çöl sabahında yankılanan türküsü gibi, Sitrin de sabah güneşinde parlayarak her bir zerresiyle bereket müjdeler. Tencerede kaynayan çorbanın bereketinden, filiz veren tohumun sırrına kadar, hakikatle yoğrulmuş bir bolluğu saklar içinde. Gözünü açıp kalbinin derinlerine bakana, “Elem neşrah leke sadrak”ın yumuşak sedasını tekrar tekrar fısıldar.
Kadim çöl hikâyelerinde Leylâ’nın Mecnun’a uzattığı bir avuç kumun, elinde altına dönüşmesi misali, Sitrin dokunduğu hayatta şefkat ve ışık uyandırır. Söz, dile gelince incelikli olur; gönül, umutla dolar; nasip kapıları açılır. Aynı Mesnevî’deki misal gibi: “Her nereye dönersen orada bir sonsuzluk bulursun, çünkü içindeki hazineyi keşfettin.” Bu hazine, Sitrin’in sarısında zuhur eden ilahi bir rahmet gölgesidir.
Böylece Brezilya’nın Ametista köyünde, yerin derinliklerinden gün yüzüne çıkan Sitrin, adeta Kur’an’daki o ferahlık muştusuyla birleşip, kalplere şifa ve bereket dağıtır. Kim ki gönlündeki darlığı çözmek, bolluğa ve huzura ermeyi dilerse, bu altın ışık zerreciğinden bir parça alıp onu kalbinin raflarında saklasın. İnşirah Sûresi’nin muştuladığı gibi, göğsümüzdeki yükler hafifleyecek, hayat yolumuz aydınlanacaktır.
Sitrin, adımladığımız ömrün taşlı yollarında, umudu büyütmek isteyenlere eşlik eden sıcak bir kandildir. İçinizin derinliklerine sızan o aydınlık, hem bereketi hem ferahlığı kucağınıza serer. Ve hatırda tutmak gerekir ki, “Biz senin göğsünü ferahlatmadık mı?” sualine kalben “Evet, ferahlattın” demek, Sitrin’in içimize akıttığı ışıltıya samimiyetle eşlik etmek demektir.
Değerlendirmeler
Henüz değerlendirme yapılmadı.